yüzünü asıp mağrur yağmura
döndü göğsünü ürkünç rüzgâra
içinin suskun karanlığında
yan yanaydı ateş ve buz
sıradağlar gibi sıralıydı acılar
azgın lodos kıyıları döverken
dönüp sordu ruhunu yıkadığı ırmağa
hangi
aşk hangi rüzgârla
hangi kapıyı yaralar..!
zamana hüzün suflörünü verirken isyanla
dağılan sözcükleri bekledi
bekledi sabırla kimsesiz şiirleri
hiçbir dil ölümü teğet geçmedi
geçemezdi...
hırçındı gökyüzü
kuduran denizi sakinleştirmek mümkün değildi
ve ilk kez dudak dudağa değdi
yasak intiharlar hangi fırtınayla yasallaşır
sabıkasını verirken hayat
bunca acıyı nasıl kaldırır yorgun toprak
ve bunca gözyaşı hangi yöne akar
pusulasını yitirdiğini unutarak...
bırak sıçrayan kıvılcımla tutuşsun şafak
sırlarını boşlukta saklasa da yaşamak
ölümün gülen yüzü değil midir
aşk...!