Nasıl oldu bilemiyorum…!
Azap meleklerinin yaptığı
kara bir büyü
değildir de, diyemiyorum…
bir gün apansız…
zümrüt yeşili
ipek tülbentlerle örtülü
en mahrem hülya bahçelerinden
simsiyah kefenlere sarıp
lâv dolu
kör bir hicran kuyusuna attın beni.
Ne diyeyim…!
Nasıl sitemler edeyim…! Mabudem sana
bir avuç beyhude heves uğruna
tutsak düşüp şıpsevdi ruhuna
muamma gönül pazarlarında sattın beni.
Daha menzile ulaşıp kâm almadan
kara kaftanlar giyip
kurduğun bal mumu sehpalardan
özleminle yaralı
acılar denizine ittin beni.
Sevdalı ıslak dudaklarından
hüzünlü bir veda öpücüğü bile kondurmadan
yaşanmamış en güzel düşleri alıp
ş
aşkın umutlarıma dokunmadan
ıssız köşelerde yapayalnız, sırılsıklam
hatıralarla baş başa bırakıp gittin beni.
Gittin de;
kızıl karanfilleri dalından koparılmış
eflatun leylâklar yerine
hezarenler sarmış virane bir bahçe
aşk çıkmazında konacak dal arayan
ateşler içinde yaralı bir serçe
kırdın kolum kanadım parça parça
artık iflâh olmam
perme-perişan ettin beni.