Bugün 29 Mart 2024 Cuma, aylar biter, aşk bitmez.

Aşk Şiirleri



Dört hayvâna râğıbtır, cemiyette her bânû
Karşısına çıksa da, havftan titremez zânû

Dolabında asılı, gerçek pȏst-i leopar
Evin önünde duran, seyyâre-i jaguar

Timsâh derisi çanta, ister zenân-i zîrek
Ve bunları alacak, çok zengin bir eşşek

Kadın daha ziyâde, tamahkârdır erkekten
Bir maddiyat lazımdır, aşkı için yürekten

Aşkta, para ve pûldur, dâima şart-ı pîşe
Her defasında kadın, kanar altın mengûşe

Takılar takıp gider, düğüne ve cünbüşe
Cemâlini medhetmek, getirir onu cûşe

Sîretinden daha çok, sûrete ister medîh
Ona çirkinsin demek, âdetâ küllen kerîh

Kadın, cemâl sıfatın, yekta tecelliğâhı
Temâşa eden yoktur onda Cemâlullahı

O ne kibir ve gurur! mankenin havasında
Bedenle ,,ben ilâhım''demenin davasında

Kese kâğıdı gibi, buruştuğunda çehren
Nazarlarda tiksinti, olur yegâne behren

Meskenin olduğunda, pek tenhâ bir hiyâbân
Seni beğenmez birgün, tahkir ettiğin çobân

Cemâl sana ihsândır, ey cânân-ı hȏdfurûş
O ihsâna şükrünse neden böyle beş kuruş?

Ey âşık kurma aşkı, sûrî, fânî cemâle
Aşkında eremezsin yoksa rûhî kemâle

Soner Çağatay 6. Ksım. 2010 / Wuppertal

Kelimeler:
bânû: kadın (Türkçe'deki Banu kadın isminin manas budur)
zânû: diz
havf: korku
seyyâre-i jaguar: jaguar arabası
pȏst-i leopar: leopar kürkü
zenân-i zîrek: akıllı kadınlar (zîrek, akıllı. Türkçe'deki zeyrek burdan gelir; zenân, zen kelimesinin (kadın) çoğuludur. Şarkıcı Zen denen şatrkıcı kadının anlamı burdan gelir)
şart-ı pîşe: önşart (derpîş etmek deki, der kelimesi, içinde, -de, -da anlamındadır; pîş / pîşe de ön manasındadır)
mengûşe: küpe
cûşe: coşmak (Coşmak kelimesi bu kelimeden gelir)
hȏdfurûş: bencil, gösteriş düşkünü, fahişe
behre: Nasib, pay
bağbân: bahçıvan
hiyâbân: Sokak, cadde (yani sokağa düşen bir kötü kadın nolduğunda)
cünbüş: Asıl şekli Farsça'da conbiştir. Manası kımıldamak ve hareket etmektir. Aynı zamanda yer sarsıntısına da denir.

Not: Lütfen bütün kadınlar alınmasın. Zira istisnaları vardır.
Not: Çobandan kastım: Bir manken kalkıp, benim oyumla bir çobanın oyu nasıl eşit olur demişti. Buna, çobanım için bir cevap. Çünkü bir zamanlar ben de çobancılık yaptım. Çoban hiç değilse o mesleği çalışarak öğrendi. Peki sen manken, o güzelliği almak için ne yaptın? Çoban olmak için dahi bir bilgi ve zeka gerekir. Sen, o güzelliği almak için aceba zekanın kaçta kaçını kullandın?

Not:
Şiirlerimin altındaki kelimelere ilgisi olup onları öğrenmek isteyenler olduğu için şiirlerimi yayınlamaya karar vedim. Bu ,,VEDA'' serileri bir bütündür. Bunları yarım bırakmak akademik ve iş etiğime aykırı olduğu için tamamladıktan sonra, şiirle iştigalime son vereceğim. Zaten şiire devamlı yazmak için başlamadım. Akademik hayatıma son verirken, şimdiye kadar düşündüğüm ve sorun olarak gördüğüm hususları şiir diliyle anlatmayı tercih ettim. Bunlardan birincisi edebiyat ve şiirdi.
Edebiyatımızda iki tane birbirine zıt akım var. Birincisi eski edebiyata karşı çıkan, eski dili Türk milliyetçiliği ve tenbellik nedeniyle tarihe gömmek isteyen bir anlayış var. Diğeri eski edebiyatı anlamasa da onun yaşamasını teorik olarak savunan bir akım... ,,ŞİİRE VEDA''da bu iki akımın şiirde temsilcilerini biraraya getirip, samimane bir diyolog içinde, iki tarafın müntesiplerini barıştırmayı düşündüm.
Orada zikrettiğim üstadlar sayesinde şiirin sorunlarını ele aldım. Niçin şiir? Çünkü bizim edebiyatımızda nesirden (düzyazı) ziyade, şiir gelişmiştir. Bence bunun başlıca nedeni, Kuran'ın şiirsel dilde gelmesidir. İkincisi doğu insanının veciz söz söyleme kabiliyetinin olmasıdır.

Edebiyatçılarımız, şiire yeni düşünce, yeni duygu ve bediî bir dil katmalıdır. Yani edebiyatın gelişmesine katkıda bulunmaları gerekir. Edebiyatı tamir etmeleri gerekir; tahrip değil. Dili geliştirmekle mükelleftirler. Edebiyatın ve edebiyatçının görevi budur. Bir edebiyatçı, ilk yazdığı şiirin konusu ve dili husunda bir gelişme gösterip gösteremediğine bakmalıdır. Türibinlere oynayan futbolcu gibi, beğenilme duygusu içinde, daha basit bir dil ve konu seçmemelidir. Edebiyatın dil bakımından bir farkı olmalıdır.

Okuyucu, okuduğu şeylerde her zaman kendini bulmak peşinde olmamalıdır. Okuyucu, bazen içinde bulunduğu dünyanın dışına çıkmalıdır. Yazar, ona başka duygu ve fikirler aşılamalıdır. Yoksa edebiyat sadece tekerrür eden bir şey haline gelir. Mesela sevgilisinden ayrılmış biri, bir şiir okurken illa da okuduğu şiirin, kendisinin bulunduğu ruh durumu yansıtıp yansıtmadığına bakıp şiiri değerlendirmemeli. İlla da kendini aramamalı. Başka bir şeyler bulmayı da denemeli. Biraz okuyucu yazarı zorlamalı. Hem dil açısından hem konu açısından; yazardan yenilik istemeli. Bir de eleştirmekten çok korkuyoruz, alınacak diye.
Ben yazdıklarımı okyucu hoşlansın diye yazmadım. Şimdiye kadar ki gözlem ve tecrübelerimi paylaşmak istedim. Zira benim alanım edebiyat değildir.
,,KİTAPLARA VEDA''da kendi üzerimden okuma sorununu ele aldım. Bu ki en büyük sorunumuz. Bu sorun kalkmadığı sürece, ülkede gelişme olmaz. Hayelgücü yüksek insanların yetişmesi lazım. Bu da kendi dışındaki dünyayı temâşadan ve kitap okumaktan geçer.

Biz, kendi içimizden çıkamıyoruz bir türlü. Yıllarca aynı şeyleri tartışıyoruz. Tesettür meselesinde olduğu gibi. On yıl oldu Almanya'ya, halen malum konular: Tesettür, laiklik, Kürt-Türk, Sünni-Alevi sorunları. On yıl olmuş hiçbir şey değişmemiş. Bu yüzden Türkçe kanal seyretmiyorum. Siyaset ruhumuza işlemiş. Bu milleti ve zekalarını kasten oyalıyorlar. Yüzbinlerce insan seçim meydanını dolduruyor. Buraya Bayan Merkel (Almanya Başbakanı) gelse etrafında ancak üç beş bin insan olur. Siyeset ve diziler, bu milletin beyin çarkına çomak sokuyor. Dizilerimiz bize enses (aile içi cinsel ilişki) ilşkileri teşvik ediyor. Bacısı, ablasının kocasıyla yatıyor. Çok oteriter bir baba olarak karşımıza çıkan Ali Rıza Bey, şimdi her aybı sineye çeken kılıbık bir babaya dönüştü. Ner de o otoriter baba?

Yani, bizdeki oteriter baba imajının altını çaktırmadan oyuyorlar. Her şey normalleşiyor artık. On yıldır burdayım, televizyonda kadına tecavüz sahnesi hiç görmedim. Geçenlerde gencecik Fatma Güle tecavüz etmişler (!). Biz, bu olaydan nefret etsek de seyrediyoruz. Ah vah ediyoruz. Acıyoruz ona. Aslında o filimlerin gayesi, tecavüz etmeyi normal hale getirmektir. Sen tecavüz et. Nasıl olsa Fatma Gülleri alacak enayiler çıkar. Bunları seyretmek yerine kitap okumak daha iyi değil mi? Bir gün senin de çocuğun öyle olacak. Bir kitap oku, en azından o çirkefleri ailede duymanın ve konuşmanın önüne geçersin. Bunu sağlayabilmek için kitapları şiir konusu yaptım. Aceba kitap okumayı sevdirebilir miyim? Fakat bizler meşkten (yazmaktan, geniş manada okuyup yazmaktan) ziyade aşkla uğraşıyoruz.

Bu konuda mana ve amaç bakımından sapma olduğu için ,,Aşka Veda'yı yazdım. Aşk, ciddî bir konu olduğu için, ağır ve edebî bir dil kullandım. Altlarına kelimeleri de yazdım. Galiba çabalarım nafile. İnanın, dil düzelirse ahlak da düzelir. Bu yüzden böyle güzel, kulağa hoş kelimeler kullandım. Zira kelimelerin ve sesin psikolojiye büyük etkisi var. Manadan önce insan, sesi duyar. Ses mananın süsüdür. Süs kulağa hoş gelmelidir. Rüzgarın bile kulağa hoş gelen yönü vardır.
Almanya'da sözel bölüm okuyan bir öğrenci mutlaka eski ve ölü bir dil öğrenmeden diploma alamaz. Ölü diller: Latince, İbranice, Aramice, Süryanice v.b. Biz Farsça diline ve Arapça diline ölü veya eski dil diyoruz. Halbu ki onlar komşu ülkelerde halen konuşuluyor.

Burada bir Orientalistik (Doğu bilimleri) bölümünde okuyan bir öğrenci Arapça, Farsça, Urduca ve Osmanlıca-Türkçe öğrenmezse okulu bitiremez. Burdaki zevât, İrana ve ya Arap ülkelerinin diline hayrandır ve öğrenir. Bizim bir edebiyatçı Farsça öğrense laikliği elden gidiyor. Veya Arapça öğrense, Türkler Araplaşıyor yaygarası kopuyor. Bir milletin dış dünyaya açıldığı kapı dildir. Buradaki Halk Evleri'nde en az 35 dil seçeneği var, öğrenmek için. Bunlar, dil öğrenir bizim kiler dikiş-nakış. Bizim millet zaten dikiş nakış ve dantelayı bırakmış.

Mehmet Sunal arkadaşımın Henri adında 75 yaşında bir tanıdığı vardı. Adam o yaşına rağmen Arapça öğreniyor Halk Evinde.
Bizim üniversitelerde sözel bölümde okuyan öğrencilere bir Doğu ve bir Batı dili öğrenme zorunluluğu getirilmelidir. Aksi takdirde biz Mesnevi'yi veya Nurettin Topçu'nun ,,İsyan Ahlakı'' adlı kitabını Franssızca'dan tercüme etmek zorunda kalırız. Bir Türk düşünürün kitabını Fransızca'dan tercüme ediyoruz. İnanılmaz bir şey bu.

Aynı zaman da kendi şahsım üzerinden, Türkiye'deki kurumların (dinî veya siyasî) ülkenin zekî insanlarını desteklemediğini; aksine harcadıklarını bizzat ben yaşayarak gördüm. Harcanmış bu zekalar için bu şiirleri kaleme aldım. Fakat bu hususta dertlenen iki üç kişi gördüm. Amacım, etrafımızda çalışkan bir insan varsa, partizanlık, cemaatçilik yaparak ve ideolojik davrak onu desteklemekten kaçınmamamız gerektiğini vurgulamaktı. Bir mütefekkirin çilesini anlattım. Kitapla, kağıtla ve kalemle olan bağını anlattım. Giderken bu hususları yazayım dedim. Ben yazdıklarıma puan da istemiyorum

Herkese selamlarımla

Soner Çağatay

 
0 oy, 0.00 puan

Şairin Sitemizdeki Diğer Şiirleri

Aşk Asla Sevmez (973 kez okundu)
Aşk Baharı (788 kez okundu)
Aşk Derdine (919 kez okundu)
Aşk İstemiyorum (952 kez okundu)
Aşk Tanrısı (907 kez okundu)
Aşk Zimmeti (898 kez okundu)
Aşka Veda (1) (1111 kez okundu)
Aşka Veda (2) (857 kez okundu)
Aşka Veda (3) (882 kez okundu)
Aşka Veda (4) (871 kez okundu)
Aşka Veda (5) (1096 kez okundu)
Aşka Veda (6) (1331 kez okundu)
Aşka Veda (7) (709 kez okundu)
Aşka Veda (9) (779 kez okundu)
Aşkın Ak Sütü (1272 kez okundu)
Aşkın Cemresi (835 kez okundu)
Aşkın Eliyle (809 kez okundu)
Aşkın Kör Kuyusu (867 kez okundu)
Aşkın Mor Akşamında (868 kez okundu)
Aşkın Potasında (849 kez okundu)
Aşkını Umarak (882 kez okundu)

Yorumlar

Henüz kimse tarafından yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Adınız:
Mesajınız:
 

Love.GEN.TR, Aşk ve Sevgi Sitesi
Tüm Hakları Saklıdır © 2004 - 2021