Bugün 06 Mayıs 2024 Pazartesi, bize aşk lazım, ayrılık değil!

Ustalardan Şiirler



derin kuyuların sessizliğiyle,
yarım kalmış türküler
ve bir acı söylence bırakıp geride
tanık oldu Şehr-i Manisa;
bir yoksul köy hikayesine.
ve gözyaşlarını uçurdu Niobe
ışığını mum ateşlerinde saklayan bulutlara,
hoyrat,geceyarısı sağırlığıyla,
sessiz ağıtların yağmurlarıyla kondu Kybele;
Kırkağaç'a, Akhisar'a, Soma'ya...

nice sancılara gebelenmiş zamanın dışında,
yıldız aydınlığında düşler konan sofraya
musallattı yokluk / musallattı oğula,geline
ve karasabanın bıçak suretiyle buluştuğu tarla
ne ilaça yetiyordu
ne de aşa ekmeğe.

mevsimler yağdı Spil'in üstünden,
ağaçların özü saklandı çekirdeklerin içine
ve aşk saçtı / yoksulluğa dönüşümünden,
kışkırtan bir bahar aktı damarlardan,
sorular geçti buz yanığı yaşamın alazından;
neden bu kardelen ölümü,
bu kırlangıç göçleri de ne?
bu kanayan zaman,
bu çocukluk anıları,
bölünen uykusu annenin?
yeter miydi sarıkız'ın ağıtlı sütü çeyize,
fırfırlı eteğe,
yün yatağa, beşibirliğe?

ipekliye, atlasa, kadifeye,
yalnızca gözleri dokundu kızların
ve ışığın parlamasıyla
dansa başlayan satene.
bir büyük telaşla yapıldı hesabı
patiskanın, ketenin, amerikanın.
kurşun yarası acısıyla,
kök boyası vurdu çevrelerin yüzüne.
ve naylon ip düştü
floş yerine kanaviçelere.

yaşlılıklarına taşıyacakları anıydı,
gelinlik kızların ''çeyiz bakması''
dışarda cıvıl cıvıl bir hayat,
ve yitik gelinlerin öyküsü
belki de hiç hatırlanmayacaktı.
güneş gelmiş dayanmıştı üstlerine,
fısıldamıştı / dağda anemonlar kavruk acılarını,
ve gülüşlerine
hüzün düşürüyordu boy aynaları...

evli kadınların imecesiyle,
ve imdada yetişen Bohçacı Rukiye'yle
''çeyiz toplamaya '' uyandı köy
birikirken takvimler
bin dokuz yüz kırk yedi'ye.

Emine;
köyün en genç gelini,
öksüz şarkıların nihavent dinletisi;
doğurgan sevgisini gezdiriyordu yüreğiyle.
o'da evlenmişti bir kimliksiz fırtınada
yorgun çeyiz imecesiyle.
fırsattı bu aşina düşmana,
halden bilmeze,
söz anlamaza;
bu kurşuni direniş,
bu karşı çıkış / boş sandık enkazına.
ve yürüdü kudurmuş hiçliğin içinden,
minnet borcunu ödemeye,
yürüdü evine iki göz oda
güvercin ürkekliğiyle Emine.

önce;
dede yadigarı el yazmasını
indirdi duvardan.
gülüşü çarptı çerçevenin eskiyen boyasına,
ve gölgeler geçti tozlu, beyaz camlardan.
''ey misafir!
kıl namazı, kıble bu caniptedir.
işte leğen,işte ibrik,
işte peşkir; iptedir...''

masa örtüsü, yatak örtüsü,
ve süpürge örtüsü
birer birer çıktı naftalinli yalnızlığından.
biraz zahire,
gül desenli gaz lambası,
açlığı sorgulayan genç ömür türküsü,
ve buz ışığı bir kömür ütüsü
aktı çiçekli entariye
kınalı parmaklarından.

bir serçe telaşıyla,
nazlı nazlı uçup gitti Emine.
ve bir tutam sevgi sıcaklığıyla
yamalı bohçasına sardığı yarım elmayı
sabah güneşiyle sundu gelin evine.

demez miydi eskiler,
ve koynunda bir kutsal kitap gibi
taşıdığı sözler;
''paylaştıkça büyütürsün mutluluğu''
ve o'da anlatmalıydı kocasına
sürgülenmiş kapıları aşan İshak kuşunu.
uçurduğu kuşların takılarak peşine
koşarcasına evine döndü Emine.

zaman öğlendi;
bir kurşun zehirinde biriken,
ve ardaların gölgesinde gizlenen.
ve oğul kaybetmiş annelerin
ağıtındaydı zaman.
toprak işçisiydi kocası Emine'nin,
güçlü kuvvetli / karayağız bir adam.
ispirto ocağının
bir dipsiz boşlukta ışıyan ateşinde
kaynadı tarhana,
ağır ağır tıkırdadı fasulye,
yarılan ekmeğin buğusunda
kayboldu kaşığın tabakla buluşma sesi.
iyi aşçıydı Emine,
uzak çağlardan gelmiş
kan ter içinde bir kısrak,
canı dişinde halayık,
sesinin yankılandığı zamanlarda fısıltı,
ve iyi avrattı Emine.

bir yandan yedi yemeğini,
bir yandan Emine'nin çocuksu sevinciyle
anlattıklarını dinledi.
anlaşılmaz bir suskunluk
yürüdü dev adımlarla,
ateşe kesmiş dağların kuşatılmış burcuna.

şimdi,yoksul odadaki bir sağır sessizlikti.
gizlemediği öfkesiyle kalktı sofradan;
bahçede kanat yaralı kuşlar
çiçeğe zorluyordu kan güllerini.
bir azgın boğa soluğu
süzüldü bıyıklarından.

kapı ardındaki baltayı kaptı hışımla.
ve bileğinden tutarak
zayıf bedenini;
bir çuval gibi sürdü bayıra.
gözyaşlarıyla ezildi toprak,
yağmur koktu çayır çimen.
yıkıldı birer birer ardından
geçtiği her sokak,
ve kendini anlatırken bir çiçeğe
biten bir rüyada açtı son yaprak.

ateşle dans eden kelebekler,
üzüm şehrinin sıcağında yitmişti.
..yoktu artık kaybettiği düşlerin kenti.
bağrında çöreklenen yumruk acısı,
ve nedamet,
ve yarım kalan
kelebek yumuşaklığındaki tınıların şiiri.
..ve anlamıştı ki;
Emine, kendini ihbar etmişti...

bir dere kenarında durdular.
zeytinler maviye çatılanıyordu.
ve infaza,
ve diyete.
kaç çobanın yalnızlığını örten sızısı,
sevincinin bittiği yerde başlıyordu.
''-hangi elinle verdin çeyizi!''
diye gürledi kocası.
ve sağ eline nişangah oldu
bir ağacın omçası.
..oysa,günün en çok bu saatlerini seviyordu...

bir çığ koptu güneşten,
bir çift kumru karıştı
üç cemre ürküsüne.
maviyi bir ıslık sesiyle
parçalayarak indi balta,
kütüğün üzerinde titreyen serçe yüreğine.
kulağı sağır eden kan çağıltısıyla,
yere düşen eline baktı Emine.

acıyla karnında sakladı kollarını,
çığlığı yankılandı Hasanyaran tepesinde.
ve suçüstünde yakalanmışçasına yakardı:
''-birini kestin,ötekini kesme!''

elinin kınası artık görünmüyordu.
keklik kanadına emanet
bakırın rengi,
hayalindeki renklerin kıyısına vuruyordu.
ve önünde diz çöktüğü söğüdün gölgesi,
bir türkü rüzgarıyla
avucunda salınıyordu.
''değirmen başında vurdular beni
kilimli çarşafa oğul,
sardılar beni.
vurma zalım vurma
nar danesiyem
anamın babamın oğul,
bir danesiyem...''

bir kelepçe yangısıyla,
çöktü kocası diğer bileğine.
bu eller değil miydi
yoksulluğunu deşifre eden;
ve saldıran mahremiyetine.
ve bir daha kalktı balta...
ve yağmalandı düşleri,
bu üzüm kentinin bağbozumunda.
çeliğin ışıltısı, çığlığıyla buluştu
ormancı artığı bir kütüğün yarasında.
Kızılçam'dan Karaçam'a
bir acı ıssızlık çöktü bütün ağaçlara.
yarım kaldı karacaların yunması,
çiçekler yabancılaştı renklerine
ve son kez baktı ellerine,
hıçkırık libasında bir duman
sızdı ciğerine;
..gözlerini kapadı Emine.

başındaki yazmaya kefenledi ellerini
burnundan soluyan kocası.
ve attı derenin çağlayan sularına.
parçalandı suda köpük,
havada bulut bıçaklandı.
bir soluk alımında,
çınladı kırların ve göklerin feryadı.
tütün,
tuz,
kül,
acının izdüşümlerini dağladı,
saçları savruldu rüzgarda Emine'nin;
tırnağında kalmıştı eskiyen kınası.

Simav, Bakırçay, Eynes, Gördevs,
bir fukara destanı taşıdılar Gediz'e.
türbede ''Yedi kızlar''
kucak açtılar gelinlere,
ve '' kesik elli Emine'' söylencelerine.

artık karanlığı yutan parmakları olmayacaktı.
ve uzanan dost eli bir daha tutamayacaktı.
avuçlarından su içiremeyecekti kuzulara,
bir daha yüzük takamayacaktı,
saksıda kuruyacaktı menekşe,
ardından el salladığı trenler,
sac ekmeği,
el falı,
ve parmaklarının keşfettiği
bütün ülkeler,
bir daha olmayacaktı.

artık,bir yangın artığı küldü.
ve boyun eğmişti yoksulluğuna,
kimsesizliğe,
ve boyun eğmişti bu anlamsız yenilgiye.
son defa baktı ellerini alan dereye.
ve sessiz bir kahkaha ile güldü Emine...

..güldü Emine...
artık,boş bir anı defterinin arasında
kurumaya terkedilmiş gül'dü Emine...

 
0 oy, 0.00 puan

Şairin Sitemizdeki Diğer Şiirleri

Kesik Elli Emine (986 kez okundu)
Kırk Mum (1210 kez okundu)
Mavi (1059 kez okundu)
Nuray'a (1240 kez okundu)

Yorumlar

Henüz kimse tarafından yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Adınız:
Mesajınız:
 

Love.GEN.TR, Aşk ve Sevgi Sitesi
Tüm Hakları Saklıdır © 2004 - 2021