Hâlimi anlatmaktan, yoruldum nazlı Leylâ!
Şu ruhumu görmeden bana sahtekar dedin
Sevmesem eder miydim bülbül gibi vâveylâ
Diline bakmam ister ki yalvar yakar dedin
Bir imkânım olsaydı, koşardım kollarına
Yıllarımı koynunda sessizce öldürürdüm
Her mevsim sebil olup akardım yollarına
Leylâʼmı yani seni, sesimle güldürürdüm
Vuslatın hayâlini ben de kurdum gurbette
Fakat nasib olmadı sana bir kez sarılmak
Kavuşmak vuku bulsa, hatta tâ kıyâmette
Leylâʼya yakışır mı Mecnûnʼuna darılmak
Üzüntüm bana yeter, bir de sen sitem etme
Âşık bülbüller gülsüz şakır mı şeydâ şeydâ
Bu garib kuşu ey gül, cefanla ebkem etme!
Gülzârı mezar eder, senden gelen bir veda
Gezdiğimiz sokaklar ve hüzünlü İstanbul
En güzel ,,anılarlaˮ doluydu tıklım tıklım
Kaldırımlarda akşam gezerken usul usul
Her adımda birine, takıldı yorgun aklım
Çay içtiğimiz mekan, seni öptüğüm durak
Bana seni sordular güneş batarken akşam
Gözyaşımı hapsettim, gözlerimi yumarak
Yanaklarıma sızar, onu serbest bıraksam
Vuslatımın vaktiydi, sevişme anlarımız
Sarhoş olan iki ruh, unutmuşken âlemi
Boş bedenlere hulûl, ederdi canlarımız
Çünkü
aşk asla sevmez cismânî ikilemi
S / ÂYE (15:36) 14 Nisan 2012 / Wuppertal / Almanya